15 Şubat 2012 Çarşamba

Ritmiyle bağlayan şehir RİO

Uzun yıllardan beri geçirdiğimiz en soğuk Şubat ayının ortasında şans eseri kendimi bir anda Tropikal iklimde yaz ateşini yaşayan Rio de Janerio’da buldum. Ancak o kadar da şanslı değildim ki Brezilya tarihinin en kötü yazı ve o yazın en kapalı yağmurlu havası benim gittiğim haftayı buldu. Başta moralimi bozan bu durum daha sonra kavrulan sıcaklara dönünce aslında kapalı da iyiymiş dedirtti. Tropikal yağmurlar da görülmesi gereken bir doğa olayı. Bu şehirde herşey en uçta. Sıcağı da, yağmuru da. Sanırım burayı özel kılan bu.
Rio’ya giden her turist elbet karnaval için gidiyordur, ben onu da yapmadım. Karnaval öncesinde milyonlarca turistten arınmış, kendi haliyle görmek istedim, paylaşamadım onu milyonlarla ama aklım kalmadı değil. Yine de bu şehirde coşku her daim var. Bizde kapı gıcırtısıyla kendinden geçen Romanlar misali en ufak melodide herkes samba yapmaya başlıyor. İnsanların sıcaklığını, mutluluğunu gördükçe suç oranı en yüksek şehir olduğuna inanmak güçleşiyor. Ama şöyle bir gerçek var ki profil güney kesimiyle kısıtlı değil. Gitmeden önce City of God ve Jaws gibi filmler izlememenizi tavsiye ederim. Favela denilen gecekondu bölgelerinin tehlikeli olduğu ve kesinlikle girilmemesi gerektiği herkese tembihleniyor ama dünya üzerinde karanlık sokakların olmadığı pembe bir ülke zannederim ki yok. Çok korkunç bir olay gibi bakmamak gerek, girmeyin yeter. Ama merak edenlere özel turlar da yapıyorlar. Gecekondu hayatını turistik bir tur olarak ticarete dökülmesi tuhaf bir konsept olarak geldiğinden ilgilenmedim, İstanbul’da böyle manzaraların içinden her gün geçiyoruz nasılsa.
Gelelim en önemli sembol İsa Heykeline. Corcovoda tepesinde Rio’yu kucaklayan, dünyanın yedi harikası arasında sayılan bu eser uzaktan da olsa mutlaka görülmeli. Heykelin olduğu tepede heykelden ziyade boylu boyunca Rio manzarası beni daha cezbetti. Bu tip eserleri uzaktan görmek daha ihtişamlı geliyor bana nedense. Buranın da turistik foto klişesi kollarınızı açarak altında poz vermek. Pisa kulesine yaslandığınız fotoğrafın yanına koymalık. Diğer bir manzara noktası da Sugar Loaf Tepesi. Buraya da teleferikle çıkılıyor. Bu tip manzara turlarını günbatımında helikopterle yapmak da etkileyici bir alternatif olabilir. Günbatımını bir diğer izleyeceğiniz güzel nokta da Forte de Copacabana.
Tabi hava güneşli olunca insanın turist olası gelmiyor ve kendini direk plaja atıyor. Her yerin Türkiye’deki eşdeğerini bulmak bir Türk geleneğidir ama ben bu plajın alternatifini hiç bir yerde bulamadım. Upuzun, kocaman ve yumuşacık kumlu üç koy; Copacabana, Ipanema ve Leblon. Şarkılardaki Copacabana turistlerin en çok akın ettiği en uzun koy ama bence en güzeli Ipanema. Daha genç ve her kesimden insan burada ve deniz bana göre bu tarafta daha berrak. Deniz yüzmek için değil, dalgalarla boğuşmak ve sörf yapmak için ideal. Hiç sevmeseniz de izlemek en güzel eğlence. Ipanema’nın içleri de çok renkli. Capcanlı cafeler, butikler...Bisiklet kiralayıp sahil boyunca turlayıp sonra Ipanema Leblon arasından geçip göl etrafında doğa turu yapabilirsiniz. Yeşile aşıksanız Jardim Botanico da eşine az rastlanır bitkileri görüp bol oksijen tüketeceğiniz bir bahçe. Rio’nun ağaçları ve kaldırım taşları en çok ilgimi çeken şey oldu.
Gece hayatının çok içine giremesem de belli başlı yerleri hafızama kazıdım. Türkiye’yle benzeştirebildiğim bir yer buldum ;Lapa buranın Beyoğlu’su. Sıra sıra barlar, restoranlar, samba kulüpleri, herkes sokaklarda. Ana caddesindeki Nova Campela adlı restoranda tonton bir amcanın sunduğu en güzel akşam yemeğimi tattım. Circo Vuador adındaki yarı açık konser mekanı da popüler grupların konserlerine ev sahipliği yapıyor. Önceden programa bakıp bilet alın. Tüm Rio burada kopuyor ve kötü müzik dinlemek imkansız. İki konser izleme şansım oldu. Hiç bilmediğim müzisyenler olsa da çok keyif aldım. Rasgele bir jazz bara da girseniz pişman olmazsınız. Bu şehirde müzik ve yemek şaşırtmıyor. Gavea sokakları da daha salaş eğlence arayanlara. Sosyetik eğlence ise Ipanema ve Leblon’da. Karnavalda gidiyorsanız zaten her yer parti halinde çok yer aramanıza gerek olmayacaktır.
Brezilya’da et yemeden dönülmemeli. Yurtdışında kırmızı et yememe huyumu burada bozdum. Fiyatlar Türkiye’ye kıyasla yüksek de olsa hakkını veriyor. Leblon ve Ipanema’daki restoranlar ideal. Caipirinha ise beni benden alan bir başka şey oldu. Bu zamana kadar Caipirinha diye barlarda ne içirilmiş bilmiyorum, yerinde tatmak mümkünse püf noktasını öğrenip dönmek gerek. Sanırım insanları coşturan iksir bu içki. Alkolle aranız yoksa da muhtemelen adını daha önce duymadığınız yüzlerce çeşit meyva suyu içebilirsiniz. Bu da sizi coşturacaktır.
Rio’nun kötü yanıysa alışamadan kara kışa geri dönmek. Global kirlenmeye henüz yakalanmamış kendine has bu şehir insanı ister istemez kendine bağlıyor. İnsanlarının içinin güzelliği kıskandıracak derecede dışına yansımış ve herkes sıcakkanlı bizim gibi. Fırsatınız varsa kalabildiğiniz kadar kalın, tüm Güney Amerika’yı keşfedin. Avrupa takıntınızdan arınıp kendinizi buraya ait hissedeceksiniz.


12 Şubat 2012 Pazar

Fala inan ama falsız kal


“Fala inanma ama falsız kalma” lafı zaman geçtikçe günümüze uyarlanmış ve “Kızım bir falcı biliyorum öyle böyle değil ne dediyse tuttu” dürtüsüyle her birimizin en az bir kere de olsa fal baktırmasına sebep olmuştur. Ne inanırım, ne de bakabilirim ama çevremde gözlemlediğim yüzlerce falcı deneyimi bu konuda uzmanlaşmamı sağladı.
Yok heyecanlanmayın “acayip bilen” falcı adresleri vermeyeceğim. Zira acayip bilen falcı yoktur, körü körüne inanan meraklı vardır diyebiliriz. Aslında buradaki inanç birinin senin yerine karar vermesi isteğinden ortaya çıkan bir ihtiyaç. Siz hiç ne istediğini bilen, hayatından son derece memnun birisinin falcıya gittiğini gördünüz mü? Bu durumda falcı olmak için 3.göz, 6.his ya da başka bir uzuva gerek yok. İşte ”acayip bilen” falcı olmak için söylenmesi gerekenler:
  • “Senin içini sıkan birşey var.” Tabi ki var, olmasa orada olmazsınız zaten. Tutturulması garanti kehanet, hiç şaşmaz.
  • “Biri var senin gönlünde ama onu bir başkası kolundan tutmuş çekiyor.” Bu lafın üzerine falcı sizdeki heyecanı görürse şöyle devam eder :“Sana gelecek o, zaman ver”. İyi falcı duymak istenileni söyleyen olduğundan o çocuk hep size gelecektir.
  • “Biri seni çok üzmüş, ne yaptılar sana kuzum?” Bu da ikinci opsiyondur. Bunun karşılığında sizden yine aynı şaşkınlığı görüyorsa şöyle devam edecektir : “Senin hayatına yeni biri girecek, öteki geri gelecek ama sen istemeyeceksin.” Tutsun ya da tutmasın, eskisini süründürmenin ve hayırlı kısmet bulmanın umuduyla o falcı gönlünüzde taht kuracaktır.
  • “Sen bir sınava giriyorsun, çok iyi geçecek.” Öğrenci bir tipiniz varsa garanti söylenir. Tutturamazsa da sizi illa bir sınava sokmak için teşvik edecektir.
  • “Ailede belinden rahatsız biri mi var, dikkat etsin” En gereksiz kehanetlerdendir, kimse ailedeki birinin bel rahatsızlığını öğrenmek için gitmez ama her ailede böyle biri olduğundan inandırıcılık için kullanılması gereken bir araçtır.
  • En son kapatırken “İki şey geçmiş senin aklından dilek tutarken biri yakın zamanda oluyor ötekinin zamanı var.” İnsanoğlu tek bir dilekle yetinir mi hiç? Hesap ettim falı kapatırkenki geçen iki saniye sürede anca iki dilek dilenebiliyor o da aşk ve para oluyor genelde. Tuttuğuna şaşırmayın o kadar.
Bunların dışında gerçekten sezgileriyle sizi rahatlatan falcılar da yok değil. Bunlara ekonomik psikolog da diyebiliriz. 6. Hisleri gerçekten kuvvetli olan bu kişiler aslında geleceğinizi görmüyor sizin içinizden geçeni okuyor bana göre. Tarotun geleceği gösterdiğine değil de yüreğinizden geçen hissin enerjisini aldığına inanıyorum. Falcının da yaptığı şey kartları yorumlamak sadece. Aslında olay siz de bitiyor. Ne istediğini bilmeyenler için ideal çözüm. Kartlar barkod gibi hislerinizi okuyor. Yaşayacağınız şeyi değil de yaşamak istediğiniz şeyi görüyorsunuz, mutlu oluyorsunuz. Fal bir anda terapiye dönüşüyor. Bir türlü karar veremediğiniz durumlarda yüzlerce kişiye sorarsınız, size istediğiniz cevabı kimse veremez. Çünkü kimse geleceği bilemez. Fal ihtiyacı zaten buradan doğduğundan kartlara sorarken aslında kendi kendinize ne istiyorum ben diye soruyor oluyorsunuz. Falcı da burada sizin hislerinizle aranızdaki aracı kurum konumuna geçiyor.
Bence en iyisi fal denilen şeyi şarkılarda tutmak, papatya yapraklarında aramak ya da kahve ritüelinin keyifli bir parçası haline getirmek çok kaptırmadan. Geleceğin yazıldığına inanıyorsanız da inanmıyorsanız da sorgulamak yersiz. Düşünülmesi gereken tek şey bugün, o da hiçbir yerde yazmıyor, akıyor sadece. Özetle fala inanmaktan zarar gelmez ama falsız da yaşanır.