19 Nisan 2011 Salı

MACARON AŞKINA


En derin aşk hikayeleri gibi bu hikaye de seneler önce Paris’te ılık bir ikindi vakti başladı. Onlarca çekik gözlü kafanın arkasında hemen de göz alıyordu gökkuşağı renklerini saçarak. Gerçek misin, rüya mısın diyerek iteledim Japon kafilesini, yapıştım camına. İşte o an bağlandık birbirmize o leziz macaronlarla. Şimdi yıllarca tüm sadakatimle beklediğim minik mutluluklar benim için buradalar.

“Paris’ten bir isteğiniz var mı?” sorusunun koşulsuz cevabı, soran yoksa Paris’e gitmenin tek sebebi olan Ladurée macaronlarıyla tanışmam böyle başladı. Renkli, göz alıcı tatlıların kimyasal olduğuna dair yalanlarla büyüdük. Belki yasaklı gibi gözükmesiydi kendine çeken ama tadınca anladık ki işin içinde başka bir büyü var. Şimdi Bebek ve İstinyePark’taki mağazalarıyla aradaki kilometrelerce mesafe de kalktı. Yine de şık sunumu, hayıflatamayan yüksek fiyatıyla bir simit konseptinden ziyade özel günlere saklanan nadide tatlı konumunu sürdürmekte. Binbir ricayla zorla yurt dışından getirttiğim macaronları günlerce kıyamayıp kuruyana kadar sakladığımı bilirim. Neyse ki artık yakındalar ve saatlerce seyretmeye gerek yok.

Yeni bir fenomen olarak görülse de geçmişine bakacak olursak rönesans dönemine kadar uzanan bir tarihe sahip olduğunu görüyoruz. 20. Yüzyılda Medicilerin kızının Fransa kralına gelin gitmesi yanında aşçısını da götürmesiyle macaronu Fransa’ya everiyoruz. Her leziz şeyin altından olduğu gibi bunun da altından İtalyanlar çıkıyor ama arasındaki muhteşem ganache sosunu da Fransızlar geliştirerek üne kavuşuturuyor. Günümüzde artık her pastanenin vitrinini rengarenk çeşitleri süslemekte ama Ladurée’nin farkı Paris’ten geliyor olması. Yolda bayatlar diye endişe etmeyin fırından taze taze çıkıp yenen birşey değil zaten. İdeali iki gün bekletildikten sonra satışa sunulmasıymış, üzerine biraz Paris esansı da katıldı mı tadından yenmez zaten.

Uzun bir süre bu lezzetin hasretiyle yanıp tutuştuğumdan kendi çapımda elde etmeye çalışmalarım oldu ve elde edememede uzmanlaştım. Internet’ten bulduğum öz hakiki macaron tarifleriyle denedim ama bisküvi arasına nutella sürmekten öteye geçemedim malesef. Aradaki o kremada nasıl bir formül varsa artık hiçbir aşçı tutturamıyor. Söylentiye göre de sos mutfakta çıkan bir yanlışlıktan doğmaymış. Ürünün yaratıcısı Desfontaines’in yardımcısı yanlışlıkla sıcak kremayı çikolatanın üzerine dökünce ustasından “sersem” (ganache) diye fırça yiyor. Ama daha sonra bu sersemlik o sihirli sosu meydana getiriyor. Tabi bütün bu detayları yerken düşünmüyorsunuz. O anın ritüeli kelimelere sığmaz. Hele yanında kahveyle boğaza karşı yiyorsanız bambaşkadır keyfi.

Tavsiyem, birini mutlu etmek istiyorsanız her çeşidinden bir kutu yaptırıp götürün. Daha güzel bir hediye olamaz. Tek bir tanesine verilen bedelle bir öğün yemek yemek de mümkün tabi ama en pintisinin bile “değdi ama” dediğine şahidim. Evde denemeye kalkmayın, olmuyor. Banyan ve Divan pastanelerinde de benzer lezzete erişebilirsiniz. Yeni başlayanlar vanilyalıyla başlamalı akabinde devamı gelecektir. Kıyamamayı da fazla abartmayın kuruyunca tüm cazibesini yitiriyor. On dakika seyir, beş dakika yeme ve yenisine geçene kadar süren limitsiz mutluluk macaron yeme süreci olarak tanımlanabilir.

İtiraf etmeliyim ki nisan sayısı için ne yazsam diye kafa patlatırken tüm miskinliğimle macarondan ilham bekliyordum ki ilhamın ta kendisi olduğunu fark ettim. Bir tadı kelimelere dökmek oldukça zor. Üzerine şiir yazamam belki ama yerken şiir dinler gibi oluyorum diyebilirim. Bu kadar övgüden sonra Ladurée’nin beni macarona boğacağını hayal ederek sizlere afiyet olsun diliyorum.