31 Ocak 2011 Pazartesi

ŞUBAT'TA AŞK KOKUSU VAR


Yüzyıllarca Şubat ayı algılarımızda “aşk” ayı olarak yer edinmiş. Tek bir gün 14 şubat tüm ayı etkisini altına alabilecek kuvette bir gün. Aşkın gücü bu olsa gerek. Bu yüzden şubat için ne yazsam diye beyin fırtınası yaparken fırtınaya pek kapılamadım çünkü öyle bir tema ki aşk tüm konuları hapsetmiş. Dünden bugüne değişmiş, çarpılmış, büzülmüş ama hep tarif edilmez duygunun tanımı olmuş. Bu ay her yer aşk kokacak hazırlıklı olalım.

Geçmişine bakacak olursak Eski Roma’ya dayanan 14 şubat sevgililer günü o günden bugüne ilişkiler gibi değişerek gelmiş. Efsaneye göre o dönem asker toplamak uğruna aşkı yasaklayan hükümdara karşı çıkan Aziz Valentine idam edilir ve o gün sevgililer günü olarak anılır. Kart yazmakla başlayan bu ritüel günümüze tam bir ticaret şöleni olarak gelmiştir. Aşkın yasak olduğu bir dönem için o gün tabi kutsal da şu an aşklar sınırsız yaşanırken bir güne anlam sığdırmak ticari bir tuzaktan başka bir şey değil bence.

Sevgililer gününde aşkınızı ifade etmenin yolları, en anlamlı hediye alternatifleri, o günü özel kılın vs.başlıklı bir yazı yazmak isterdim ama ben bugünü aşıklardan daha çok önemseyen yalnızlar açısından değerlendirmek istedim. Zaten bugünü yaşatanlar bekarlar. Şubat ayı başında bakın etrafınıza herkes daha bir bakımlı gelmeye başlayacak, sosyal ortamlar dolup taşacak, singles partilere rağbet artacak, facebookunuzda olağanın üstünde mesajlar gelmeye başlayacak. Hepsi Sevgililer Günü psikolojisinin etkisi. Yeni çıkmış bir ürünü ilk satın alan olma psikolojisiyle eşdeğer diyebiliriz. Şubat gibi soğuk, kısa, gereksiz bir ayı renklendirmenin güzel bir yolu. Bugünden sene içinde birkaç tane olsa sevgililer gününde yalnız kalmamalıyım paniğiyle tüm evren çiftleşebilir diye düşünüyorum. O zaman gerçekten pembe bir dünyamız olurdu.

Öte yandan günümüz ilişkileri umarsızca yaşanırken aşkı kutlamak ironikleşiyor. Yakın arkadaşlarımdan gelen telefonlar çoğunlukla "arayacak mı?", "yine aramadı", "ben mi arasam?", "aldatılıyorum" şeklinde oluyor. Belki de süper ilişki yaşayan birinin arama ihtiyacı duymamasından da böyle genelliyor olabilirim ama sümüklü hikayeler dinledikçe feminizme doğru yol alıyor insan. Aziz Valentine yaşasa belki kendi intihar ederdi aşk nereye gidiyor diye.

Süpermarkette aynı ürünün binlerce farklı markası olması gibi bir şey aşk. Ambalajı güzel olandan başlayarak deniyor insan dengini bulana kadar. Eski Roma’da seçenek az olunca bulunan bir tane kıymetli oluyor o zaman mektuplar romantizm kokuyor. Şimdiyse herşey hızlandırılmış,basitleştirilmiş. Aşka güvenmek, aşkı aramak gerçekten sabır işi. Bulan içinse altın değerinde. Küçükken herkesin bir eşi olduğuna ve onla başlayıp biteceğine inanırdım. (eski roma aşkları masal olarak anlatılmış herhalde) Şimdi çevremde gözlemlediklerim biri başlamadan ötekinin altyapısını hazırlayan çiftlerle dolu. Elde etmek ve bırakmak çok kolay.

Tüm bu ürkütücü örneklere rağmen aşkın varlığını gösteren örnekler de yok değil.” Ay çok romantik” repliği hala hayatımızda. Bir zamanlar omzumuzda ağlayanlar birer birer evleniyor. Kitaplar, taktikler, fallar hepsi geçersiz. Gerçek aşka inanan gerçekten en sonunda buluyor. Dediğim gibi aşk sabır işi. Kırılan kalpler inandıkça güçleniyor ve mutluluğu getiriyor. Bu insanlar içinse 14 Şubat binlerce renge sahip tablonun ufak bir tonu sadece. O yüzden ben bekarların sevgililer gününü kutluyorum, gerçek aşka inanmaları dileğiyle..

4 Ocak 2011 Salı

KOŞUP GİDEN 2000'LERİN PEŞİNDEN


Bir seneyi hatta milenyumu miladımız sayarsak bir 10 yıllık dönemi geride bıraktık. 80’lerde çocuk 90’larda ergen 2000’lerde genç olan biri olarak bu 10 yıllık dönemi değerlendirme zamanı geldiğini düşünüyorum. Acaba 2010’lar, 20’ler 40’lar kendine has bir dönem teşkil edecek mi yoksa teknoloji ileri giderken biz geriye mi saracağız? 90l’arda bugün için oluşturduğumuz tahminleri hatırlayıp, yüzleşsek, hayal gücümüzle eğlensek bir dursak düşünsek üzülsek mi sevinsek mi...

Pek çoğumuz, milenyum diyince hepimizin jelatinlere sarılmış, ordan oraya ışınlanarak ulaşım gerçekleştirdiğimiz uzay yolu kafasında bir dünya hayal etmişizdir. Üzgünüz, o dünya uzay yolu yapım ekibinin hayal gücünden ibaret sadece. Hala benzin kullanıyoruz hatta fazlasıyla tüketip, kirletiyoruz. Kıyafetlerimiz hiç de jelatin değil, bilhassa 90’lar 80’ler yeniden derken şimdi de 60’lara dönmüş durumdayız. Öyle ki hazır giyim yerini vintage’a bıraktı. Kulaklarımız sivrilmedi sadece bluetooth kulaklığı entegre oldu üstüne. Gezegenlere tatil seferleri başlamadı, sadece yer değiştirerek ruh halimizle oynamalarına izin veriyoruz. Kısacası, 2000’ler için kurduğumuz düşleri 3000’lere saklayabiliriz.

Ama biz uzay yolu düşünürken bazı sivri zekalar bizim düşünemediklerimizi düşündüler ve akıl almaz bir internet çağına sürüklendik. Kuponla biriktirilip alınan ansiklopediler yerini google denen sonsuz cevaplar dünyasına bıraktı. Bu yetmedi bir elma logosu tüm döneme damgasını vurdu. Walkman fenomeni yerini ipoda bıraktı. Kısacık dilimlere nesil adını veren bu elma sürekli nesil atlayarak 10 yıllık bir döneme sınıflandıramaycağımız ileri teknolojiyi getirdi. Teknolojik pazarda rekabet öyle tekelde değildi tabi. Blackberryler, iphonelar, notebooklar derken biz büyüdük ve tabletleşti dünya. Daha önceki dönemlerde karşılığı olmayan mobil iletişim kendini geliştirdikçe bu alanda pek çok yenilik oluştu. Kuşkusuz facebook bu döneme adını verecek cinsten bir çığır açtı. Sosyal hayat sanallaştı, kağıt üstünde notlaşma facebook üzerinden wallaşmaya bıraktı yerini. Birini tanımak için saatlerce sohbet etmek yerini sanal profil incelemek yeterli oldu. Seslerimizi duyamaz olduk çünkü yanımızdakiyle bile twitleşir olmuştuk.Parmaklarımız klavye şeklini alırken, biz büyüdük ve sanallaştı dünya.

İnternet demişken ünlü olmak artık Muhsin Bey filmindeki gibi umutlara sarılıp peşinden koşmakla değil tek bir tıkla kitlelere ulaşmakla mümkün olmaya başladı. Eskiden TV’ye çıkmak büyük bir olayken şimdi Youtube’la tüm dünyaya ulaşmak hatta Justin Bieber örneği gibi fenomen olmak mümkün. Tabi bizim ülkemizde sansür olduğu sürece 90’larda kalmaya devam etmemiz de muhtemel seçenekler arasında. Bunun yanı sıra eskinin kilitli günlükleri artık kilidini milyonlara açıp blog adı altında bambaşka bir internet fenomeni haline geldi. Öyle ki blog yazarlığı bir mesleğe dönüşüp pek çok sosyal ortamda itibar gören bir sıfat halini aldı.

Müzik yine hep vardı. Madonna ne kadar yaşlanmadığına inat etse de tahtını Lady Gaga’ya kaptırdı diyebiliriz. Michael Jackson da yaşlanmamaya inat ederken göçüp gitti ama ilginçtir ki her dönemde adı sürecek istisnalardan. Bu dönemde acaba böyleleri ç ıkar mı, bir Lady Gaga gerçekten yaşlanmamaya inat edecek kadar şanını sürdürür mü başka bir Michael Jackson gelir mi hiç sanmıyorum. 2000’lerin şöhretleri de kendi gibi ilerledikçe öncekinin değerini yitiriyor. Bana öyle geliyor ki bu dönem üretilen her şey geçici çünkü tüketim manyaklığıyla üretim geliştirme çılgınlığı doğru orantıda ilerliyor. Belki bu yüzden 80’lere 90’lara hasret oluşuyor, ilham yine o dönemlerden geliyor. Sürekli gelişen cihazlar dışında belli bir akıma öncü bir dönemde miyiz tartışılır. Ama sürekli yenilenen bu teknolojik çağda 10 yılı sınıflandırmak güç. Bugün, dünden daha hızlı akıyorken kalıcılaşmak, ileriki yıllara ilham olmak için belki de sanallaşan beyinlerimizi yeryüzüne çıkarmak gerekiyor. Umarım biz büyürüz de robotlaşmaz dünya. 2011’in ilham dolu bir yıl olması dileğiyle...