2 Kasım 2010 Salı

ANKARALININ ANKARASI


Ankara Ankara güzel Ankara…İçindeyken kaçmak uzağındayken dönmek istenen. Siz bıraksanız da sizi bırakmayan. ..Ankara’ya veda ettiğim şu günlerde başka bir gözle bakmaya başladım bu şehire. Yıllarca burdan gitmenin herkesin düşü İstanbullu olmanın hayalini kurdum. Şimdi düşünüyorum en çok neyini özleyeceğim Ankara’nın diye. Düşündükçe gitmek zorlaşıyor. İnsan ne kadar gitmek isterse istesin alışkanlıklar, hatıralar, evi ev yapan şeyler zor kılıyor vedayı. Biraz da Ankarama veda olsun diye Ankara’lı olmayı anlatmak istedim bu ay.

İki tip Ankara insanı vardır biri fanatik Ankaralılar diğeri gizli Ankaralılar. Duygularını gösteren ve göstermeyen iki farklı tip olarak da ayırabiliriz. Ankara’yı her daim savunan başka bir şehri üstün görmeyen bir de Ankara’dan nefret eden hep sıkılan, kurtulmak isteyen ama biri O’na dil uzatsa hemen savunmaya geçen kabullenemese de derinden bağlanan tip. İşte ben bu ikinci tipe uyuyorum. Ankaralının en sinir olduğu laftır “Nasıl denizsiz bir yerde yaşıyorsunuz” ve “Ankara’nın en güzel yanı geri dönüşü”. Hep başkent olmamızı kıskanıyorlar diye düşünmüşümdür küçüklüğümden beri. Denizimiz yok ama Atamız burda savunma mekanizmamdı. Şimdi giderek betonlaşan bu şehirde deniz özlemini ben de arar oldum. Büyüklerimizden sürekli duyduğumuz “buralar bozkırdı hep” lafı artık bizim nesil için “buralar AVM’di hep” olarak değişecek sanırım sonraki nesillere ne kalacağı ise meçhul. Herkesin kendine göre bir Ankarası var çünkü malesef bu şehirde kendini koruyabilen çok az şey kaldı öyle ki Ankara’da yaşayan da özler oldu kendi Ankarasını.

Buna rağmen özlenecek belli başlı şeyler yok değil. Şöyle bir nostalji yapacak olursak; okulu kırıp karanfil sokakta takılmak, eski Vakko önü buluşmaları, eskinin Akün sineması yeninin tiyatrosunda seyirler, adına şiirler yazılan Tunalı Hilmi Caddesi’nde kar yağarken yürümek yürümekten sıkılınca poşetle Seğmenler’den kaymak, gecenin bir yarısı acıkınca soluğu Atatürk Orman Çiftliğinde almak, en güzel gençlik anılarının ev sahibi kampüsler, cafeleri, butikleriyle giderek renklenen Gaziosmanpaşa. Başka hiçbir yerde eşine rastlanmayan simidi, tavacısı, aspavası, Bestekar pilavcısı, sayısız başında “öz, hakiki, meşhuru” eksik olmayan et lokantaları daha neler neler. Denizimiz yok ama en güzel balık burda yenir. Gece mekanları her sezon değişse de güzel müzik yapan gruplar hep Ankara’dan çıkmadır. Trafikte saçmalasak da sanata saygıda üstümüze yoktur. Tiyatrocular hep der Ankara seyircisi farklıdır diye gerçekten de öyle. Hiç bir yerde burdaki tiyatro ve operaları izlerken aldığım keyfi alamam. Sanırım benim de en çok özleyeceğim şeylerin başında gelecek eski Ankara dokusunda tiyatro geceleri.

Başka yerden gelen biri için Ankara’yı sevmek gerçekten çok zor. O yüzden farklı kılar Ankara kendi insanını. Onu anlayan onu sever onda yaşayan ona bağlanır. Peki başka şehirde Ankaralıyı nasıl tanırsınız? Bir mekana girdiğinde deniz gören masa için adam kesebilir. Otoparkçılara anahtar asla vermez. Misket çaldı mı en ciddisi bile oynamaya başlar. Minibüse dolmuş der. Birine “bebe” diye hitap ettiğinde anlamsız bakışlarla karşılaşır. Hayatında Ankaragücü maçı izlememiş Ankaralı başka yerde yaşarsa fanatik olur. Ve bir de Ankara’ya laf söyletmez sadece kendi söver.

Bu yazıyı yazmadan önce sordum Ankara’dan göç edenlere ve Ankara’yı bırakamayanlara en çok neyi özlersiniz diye? Sabit tek bir cevap vardı: “evimi”. Nereye gidersek gidelim Ankara’da yaşayan için Ankara “ev”dir. O ev yıkılsa da içindekiler gitse de şehir betonlaşsa da hatıralarıyla bir şekilde bağlar Ankara kendini. Şehir sadece bizi biz yapan o hatıraların çerçevesi bu yüzden özel. Muhtemelen herkes doğduğu büyüdüğü yere aynı derecede bağlıdır ama Ankara’dan hep nefret edilir ya işte biz bu yüzden edemeyiz çünkü Ankara bizim seçmediğimiz ama bağlandığımız ailemizdir. Biz onu bırakıp gitsek de o hep bizimle gelir. İşte bu yüzdendir ki Ankaralılar hep Ankaralıdır.