26 Eylül 2011 Pazartesi

IFW MODA ZİYAFETİ



Hedonist bir yaklaşım olacak ama 4 günlük moda haftası deneyimi sonunda podyum gözümde uzun, görkemli bir ziyafet masası olarak canlandı. Bizler o muhteşem yiyecekleri ilk kez tadacak olmanın heyecanındaki davetliler; tasarımcısı, mankenleri, organizatörleri de emeğini ilk kez sunacak olmanın heyecanındaki ev sahibiydi sanki. Tadı güzel olsun olmasın o ihtişamlı masada bulunmak, o enerjiyi solumak buna değer dedirten hislerdenmiş.Afiyet olsun...
Sözünü ettiğim moda ziyafeti bu yıl 7-10 Eylül tarihlerinde 5.si gerçekleşen İstanbul Moda Haftası’nın ta kendisi. Üçüncü kez sizler için izlediğim bu organizasyon artıları eksileriyle yine göz alıcıydı. Clark Kent misali mesai bitimi iş kıyafetlerinden kurtulup fashionista kimliğimle koşturduğum defilelerin hepsini izleme fırsatı bulamadım ama başta Mag Medya olmak üzere tüm sosyal mecralarda canlı olarak takip etmek mümkündü. Bu sene sosyal medya ifw’i ele geçirdi diyebilirim. Sağımız solumuz boynunda kamerası, elinde iphoneu, gözünde raybani, ayağında yüksek topuklusu (kız erkek ayırt etmeden) küçük fashionistacanlarla doluydu.
Yalnız mekanın şehrin göbeğinde Tepebaşı’nda olması ulaşım açısından kolay olsa da tuhaf bakışlara maruz kalmak açısından zor bir seçimdi. Her kesimden insanın bir arada olduğu bir yerde açık alanda olunca ifw’de giyilen ifw’de kalır yaşanamadı maalesef. Bir Londra, Newyork değiliz ki sokakta uçuk kaçık giyinmek, 20cm topuklular, uçuşan eteklerle deneyselliğin dibine vurmuş şekilde gezmek mümkün olsun. Bir süre sonra gelenleri izlemeyi bırakıp bakanları izleyerek vakit geçirdim. Bir yanda sahaf festivali diğer yanda ifw çadırı, bir tarafta simitçisi, kokoreçcisi diğer tarafta şampanya dağıtan manken kızlar ironik bir hava katıyordu. Santral İstanbul’da ve Taşkışla’daki gibi bir fashion kampüsü konsepti oluşamadı. Geciken defilelerle de yüzlerce insan içiçe bekleşmek zorunda kaldı. Gelişim gösteren tek şey çadırın içiydi. Podyum ve sıralar sonunda Avrupa formatına oturmuş ama insanımız o forma oturamadığından üstüste oturma araya çömme gibi durumlar yaşandı tabi. Ufak tefek aksaklıklar olsa da moda açısından tasarımcıların verdiği emek aşikardı.
Gelelim defilelere...Diyebilirim ki 2012 ilkbahar/yaz sezonu beyaza boyanacak. Bu sezon color brake hareketiyle rengarenk gezdiğimiz kıyafetleri bir kenara saklayıp beyaz, sarı, dore ağırlıklı olmak üzere uçuk tonlarda salınacağımız günler bizi bekliyor. Beyazı en güzel işleyenler de şüphesiz Özgür Masur, Hatice Gökçe ve Gamze Saraçoğlu’ydu. Açık tonlar, metal yakalar, dar kesimler, danteller daha sonrasında NY ve Londra haftalarında da tanık olduğumuz detaylardı. Kısaca geçmek gerekirse:
En sade ve göz alıcı: Sadece ve özgürce Özgür Masur. En çok ilgiyi aldı ve yine sonuna kadar hak etti.
En şık: Gamze Saraçoğlu Türkiye’nin Vera Wang’ı olma yolunda ilerliyor. Kubrick’in space odysses serisinden aldığı ilhamla bizim de aklımızı uzaya götürdü.
En gelişim kaydeden: İlk solo defilesiyle Tuvana Büyükçınar tek kelimeyle harikaydı. Danteli en güzel kullanan, yaratıcı ve cesur tasarımlar izledik.
En etkileyici: Dkaprol defilesi tam anlamıyla etkileyici bir şovdu. Girişteki Mehmet Turgut imzalı kısa film, podyumun ortasındaki şatosunda uyanmayı bekleyen Umut Eker, tüm iç organlar ve kemiklerin aksesuvar olarak canlanması ve vücudumuzun bir parçası olduğu metaforu, müzik, sunum herşey çok özenilmişti. Sabah saatine konması yazık olmuş. Çok güzel bir kapanış defilesi olabilirmiş.
En hayal kırıklığı: Tween defilesi her ne kadar başarılı olsa da Matt Dillon’ı podyumda beklerken seyirciler arasında görmek hayal kırıklığına uğrattı. Her sene en etkileyici defilelere imza atan ve bu sene de merakla beklediğim Simay Bülbül defilesinin sergi olması da ne kadar başarılı olsa da o da hayal kırıklığıydı. Ama after partysiyle yine ifw’nin en çok konuşulanı oldu.
En cafcaflı: Cengiz Abazoğlu Adil Işık’a öyle tasarımlar yapmış ki ADL heute cauture çıtasına yükselmiş. Altın konseptli defilede Özge Ulusoy ve Çağla Şıkel de altın gibi parlıyorlardı.
En sıcak: Lug von siga markasıyla Gül Ağış Galatasaray Hamamı’nda gerçekleştirdiği defileyle herkesi terletti ama tasarımlar o kadar güzeldi ki kimse şikayetçi gözükmüyordu.
En art-deco: Niyazi Erdoğan ilk solo defilesi olan sünnet koleksiyonuyla modada yetişkinliğe geçtiğini ispat etti. Art deco ilhamıyla hazırladığı koleksiyon giyilebilir olmasıyla 2012 yazında erkekler üzerinde bol bol göreceğimiz tasarımlardan oluşuyor. Erkek defileler arasında en beğendiğim çizgilerdi.
En masalsı: Hollanda Konsolosluğu’nda bahçede keyifli bir kokteylle başlayıp konsolosluğun bir odasına nefessizce sıkışmamız sonucu Özlem Süer’in viktoryan stili elbiselerinin denimle birleştirdiği yaratıcı tasarımlarını izledik. Her ne kadar ambiyans ve müzik tasarımın ruhuna uysa da organizasyon bozukluğu bu güzelliği izlemeyi zorlaştırdı maalesef.
En gelecek vaad eden: Studio Kaprol defilesinde Arzu Kaprol’un 4 yetenekli öğrencisini izleme şansı bulduk. Ne yalan söyleyeyim karma defilelerden çok daha başarılıydı. Boynuz kulağı geçmiş klişesi yerinde olur. Yine beyazın ve Kaprol esintilerinin hakim olduğu tasarımlar da benim favorim Gülcan Ardıç oldu. Bundan sonra adını sık duyacağa benziyoruz.
Bunlar moda ziyafetinde en çok karnımızı doyuranlardı. Organizasyon açısından çok gelişme olamasa da Türk modası adına gelişmeler görmek ve NewYork, Londra, Milano moda haftalarıyla beraber İstanbul Moda Haftasının da adını beraber duymak masadan kalkarken emeği geçenlere içten bir ellerinize sağlık dedirtti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder